Nurullah Ataç – Kendi Kendime

“Günler akıp geçiyor, ancak bilinçsizliğe vergi bir yavuzlukla, ne bulurlarsa hepsine kıyarak, hepsini sürükleyerek akıp geçiyor. Dağıttıklarının, öldürdüklerinin yerine bizi eğleyecek, şaşırtacak yenilikler mi getiriyorlar? Nerde!… Yarattıklarının hepsi de birbirine benziyor, hepsi de eşi birbirinin. Bu yıl ağaçlarda gördüğümüz yapraklar, bıldır güzün sarartıp da yollara serdiği yapraklardan başka mı? Gene onlar dirilmiş, durmaksızın akan aylar ötesinden onlar gelmiş olmasın? Böyle bir umut gönlümüzde belirsizce kımıldansa bile çabuk sönüverir: bizim o yaprakları çiğnediğimizi, toz toprak ettiğimizi, yok ettiğimizi unutmak elimizde midir? Evet, bu yaprak geçen yıl koparıp elimin ayasına döşediğim yaprağın eşi; bakıyorum da en ufak bir başkalık bir ayrım göremiyorum. Gene de kanmıyor içim: bu yaprağın başka bir yaprak olduğunu, geçen yılkinin çürüyüp gittiğini, onu bir daha göremeyeceğimi, giderilmez, avunmaz bir üzünçle derinden söylüyor.

Nedir bu değişmezlik içindeki geçicilik? Nedir bu durasızlık içindeki benzerlik? … Geçen günler, akıp geçen günler çevremizdekileri de içimizdekileri de soldurup çökertiyor, yıkıyor da yenisi kurmuyor yerine… Beklerdim gençliğimde, bu günlerin benzerlikleri içinde yepyeni, bambaşka yarınların doğmasını, doğup da bana kimini umduğum kimini ummadığım mutluluklar getirmesini beklerdim. O beklemelerde, gelmeyecek, doğmayacak yarınları ummaktaymış yarının büyük tadı. Yıllar onu da koymuyor elimizde; bekleme, umma gücümüzü yıpratıyor, söndürüyor; yaşamanın duralı güzellikler getirecek parıl parıl yarınlarla değil, hepsi de birbirine benzeyen, hepsi de birbirlerinin güzelliklerini, kanıp da güzel sandığımız gölgelerini öldürüp unutturan duruk, yoksul bugünlerle olduğunu öğretiyor. Ah o beklediğim, beklemenin düşler yaratan odu ile yandığım günler! Şimdi bir yandan özlem, bir yandan da hınçla anıyorum sizi. Ne eşsiz, ne anlatılmaz tadınız vardı! Yalanmış o tat, benim kendi kendime kurduğum düşmüş, gerçekte kökü olmayan bir düşmüş. O düşle avutmuş, aldatmışsınız beni.

Günler akıp geçiyor… Belki ancak bize öyle geliyor. Ayrı ayrı günler yoktur, bir bitmeyen bugün vardır ki hepimiz onun içine kapanır, onun içinde akar gideriz deseler bilmem o da doğru olmaz mı?

Kendi kendime kapandım, yalnız kendimi aradım da düşündüm bunları, düşündükçe de bunaldım. Doğrusu kendi sınırlarımız içine kendi benliğimizin karanlıkları içine sinmenin bir çekiciliği var: dünle yarını birbirine karıştırıp ikisinin de yokluğunu söyleten düşüncelere sürüklüyor kişiyi. Dünsüz, yarınsız, değişmez bir bugün içinde yaşama… Bilmem, ölümün de kendisi değil mi bu?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir