Nazilerin Ordusu Sanıldığı Kadar Güçlü Müydü?

Nazilere dair ne varsa “kötüydüler ama…” diye savunmaya geçmeye alışmış, güçsüzlüğünü ve ezilmişliğini bir gücü yücelterek silmeye çalışan insanımızın Nazi ordusu olan Wehrmacht’ı abartarak yağlayıp ballamaması söz konusu olamazdı. Bu tip insanlar, 1935 – 1945 arası Alman Askeri Kuvvetleri’ni “yakın tarihin en güçlü” ordusu olarak görür, muazzam bir kuvvete sahip olduklarını iddia ederler ve bu gizli gizli içlerini okşar. Bu “olağanüstü” güçlü ordunun başarısızlıkları söz konusu olduğu zaman da bir sürü bahane sürerler ortaya. Rusya’nın savaşı kazanmasının nedeni kıştır mesela. Almanlar yenilmezdi de kış bastırdı işte. Bir orduyu savunmak için savaşın olağan bir faktörü olan mevsimi yenilginin nedeni ilan etmenin saçmalığı bir yana, bu argümanın hemen her başarısızlığa meşru bir kılıf uyduracağının da farkında değiller. “Düşman galip gelirdi ama Atatürk ordularını geri çekti” önermesi de doğru o zaman. Demek ki düşman ordusu aslında kaybetmezdi savaşı, kaybetmeyecek kadar güçlüydü ama Atatürk ordusunu çektiği için yenildi. Demek ki Atatürk kazanmadı o savaşı, düşman kaybetti, öyle mi? İçlerindeki Nazi sempatizanlığından dolayı mevsim şartlarını öne sürüp Alman ordusunu aklamaya çalışanlar askeri kuvvetlerin mevsim şartlarını da yenmekle mükellef olduğunu unutuyorlar. Diğer başarısızlıklara da bahane bulunuyor: Hitler savaşa girmek için biraz daha bekleseymiş olağanüstü Alman ordusu yenilmezmiş. Sonradan Hitler komutayı ele almış, Rusya’da askerlerin geri çekilmesini yasaklamış savaş ondan kaybedilmiş. Generalleri görevden almış, almasaymış Almanlar yenilmezmiş. İşlere karışmasa dünyanın en yenilmez ordusu olan Wermacht savaşı kazanırmış. Bir de kutsadıkları Prusya askeri geleneği var. Milyonlarca insanın, çoluğun çocuğun imha kamplarında yakıldığı, milyonlarcasının açlıktan kasten öldürüldüğü yerde bunlar yokmuş gibi davranan ve seslerini çıkarıp şerefli davranmayı göze alamayan yüzlerce subaydan bahsediyorlar. Saygınmış, disiplinliymiş, harikaymış vs.

Hal böyle olunca ben de bu olağanüstü güçlü Wehrmacht hakkında doğru bilinen yanlışları yazmaya karar verdim. Belgeleriyle, tanıklarıyla bu muhteşem ordunun gerçeklerini ortaya koymak istedim.

Polonya’nın İşgali

Avrupa’da Alman ordusunun Fransızlar haricinde rakibi yoktu. Bunun nedeni de asaletlerinden ve disiplinli olmalarından kaynaklanmıyordu. Bu Hitler emri ile ülkenin yaklaşık altı yıldır kaynaklarının çok büyük bir kısmının savaş sanayisine aktarılmasının bir sonucuydu. Diğer ülkeler savaşın ve ekonomik buhranın yaralarını sarmak için genel bir kalkınma hamlesi yaparken Almanlar savaş sanayisine ağırlık vermişti. Hitler’in işsizliği bitirdiği ekonomiyi ayağa kaldırdığı sanılır ama bu yalandır. Herkes iş bulmuştur ama daha düşük bir ücretle, daha kötü hayat kalitesiyle. Almanya’da gerçek kazançlar sadece 1941 senesinde (yani işgal edilen ülkeler yağmalandıktan sonra) ekonomik buhranın yaşandığı 1929 seviyesine gelmiştir. (K: Hitler National Community – Lisa Pine s.35)  Yani ortada şaha kalkmış bir ekonomi yoktu. Alman ordularının güçlü olmasının nedeni muhteşem olmalarından kaynaklanmıyordu yani. Tüm varlık Ekonomik Buhrandan bile daha kötü bir noktaya gelmek pahasına orduya akıtılmıştı. Polonya işgali sırasında yaşananlar da bunu göstermektedir. Polonyalıların Almanların tanklarına karşı atlarla mücadele ettiğini William Shirer Nazi İmparatorluğu üçlemesinde belirtmiştir. Bu kadar güçsüz bir rakibe rağmen Almanların alametifarikaları olan “yenilmez” panzerleri konusunda sınıfta kalmıştı. 9 Eylül’de 3 saat süren bir muharebenin sonucunda 120 tankın 57’si, yani neredeyse yarısı kullanılmaz hâle gelmişti. (K: K.J Macksey – Panzer Birlikleri, s.35). Aynı kitabın 38. Sayfasında Polonya Savaşı’nın raporu şöyle verilmiş:

“Panzer birliklerinde bile her şey yolunda gitmemişti. Mekanik hatalardan dolayı % 25’i saf dışı kalan tankların hepsinin harpten sonra bakıma ihtiyacı vardı. Tank zayiatı, çoğu eski hafif tanklardan olmak üzere, 217 idi…. Düşmanın önemli bir tank gücünün olmaması, Panzerlere meydanı boş bırakmıştı. Buna rağmen tanklar kendilerini destekleyen piyade birliklerinden uzaklaşınca zor durumlara düşüyorlardı.”

Yani “muhteşem” Alman ordusu tanklarına atlarla karşı koyan Polonya’da bile ciddi bir yara almıştı. Avusturya ilhak edildiğinde Hitler’in geçit töreni için hazırlanan tanklar da yolun yarısında arızalanmıştı. (K: Éric Vuillard – L’ordre du jour, ÉCOUTES TÉLÉPHONIQUES isimli bölüm) Kısacası tank gücü daha savaşın ilk yıllarında çuvallamıştı.

Fransa’nın İşgali

Alman ordusuna bir başarı atfedilecekse bence bu sadece Fransa konusunda yapılmalıdır. Her ne olursa olsun Avrupa’nın en büyük askeri gücünü yenmek kesinlikle yakın tarihin en büyük başarısıydı. Ancak bu savaşın gerçekten Alman askeri gücü ile bir alakası var mıydı? Yani güç müydü bu başarıyı getiren? Fransa savaşı öncesinde Alman yüksek kademesinde bulunan generaller bile Fransızları yenecek kudretin kendilerinde olmadığını itiraf ettiler ve Almanların Fransızlar karşısında asker sayısı ve teçhizat olarak çok geride olduğunu söylediler. (K: Lidell Hart – Hitler’in Generalleri Konuşuyor, 170). Fransa zaferi bir taktiğin zaferiydi, gücün değil. 24 tane İngiliz ve Fransız, 15 tane de Belçika Tümeni Kuzey’de Almanların saldırısını bekledikleri yerde yığınak yapmıştı. Yani asıl gücü oradaydı. Ardenler’den harekete geçen Almanların karşısında ise tamamen güçsüz Fransız birlikleri bulunmaktaydı. İşin daha da rezil tarafı Güney’deki Fransız askeri kuvvetlerinin yedeği bile yoktu. Churchill bu durumu şöyle yazıyor: “Hücuma uğrayan bir ordunun yedek kuvvet bulundurmaması görülmüş, işitilmiş şey değildi.” (K. William Shirer – Nazi İmparatorluğu 2, s.365.) Almanların Fransa zaferine neden olan saçmalıklar silsilesi bununla da sınırlı değildi. Lidell Hart bunu şöyle açıklıyor: “Daha da garip olan ise, Müttefik Yüksek Komutanlığı’nın kendi planlarında hiçbir değişikliğe gitmediği gibi, şayet ele geçirilen harekât planının gerçek olması durumunda, Alman Yüksek Komutanlığı’nın taarruzun sıklet merkezini muhakkak bir başka yere kaydıracağı gerçeği karşısında hiçbir tedbir almayışıydı.” (Lidell Hart, age, s. 177). Tekrar altı çizilmelidir: Bütün bunlar Alman ordusunun yakın tarihin en başarılı işini yaptığı gerçeğini değiştirmez. Bu payeyi verme nedenim başka bir şeyi tartışıyor olmamdır. Wehrmacht’ın muhteşem güçte bir ordu olmadığını kanıtlama amacı taşıdığım bu yazı için Fransa zaferi, başarısına rağmen öne sürdüğüm fikri destekleyen bir örnektir ve burada ele alınmasının nedeni de budur. Bu savaşta Guderian’ın tek başına inisiyatif aldığını ve bunun savaşın sonucunu tayin ettiğini de unutmamak gerekir.

Barbarossa Harekâtı

Nazi sempatizanlarının ve söz konusu Almanya olunca “tarih kazananları yazar…” diye kör bir şekilde savunmaya geçenlerin konuşmaya bayıldığı konulardan birisi Hitler’in doğu seferi ve buradaki yanlışlarıdır. Genel kanı şudur: Hitler hatalı kararlar vermiştir, önemli generallerini görevden almış yerlerine daha kıt itaatkâr adamları getirmiştir, ordunun geri çekilmesini reddetmiş büyük kayıplara sebep olmuştur ve en önemlisi de “general kış” bastırmış Almanların muhteşem güçteki ordusunu kilitlemiştir. Yukarıda sayılanların savaşa sadece olumsuz etki etmediğini söylemekle beraber bir tesirinin olduğu muhakkaktır. Ama sanıldığı kadar değildir. Açalım, Doğu Seferi ile ilgili öne sürülen argümanları tek tek inceleyelim.

İddia şudur: Almanlar kış bastırmadan önce Rusları “dümdüz” etti. Ruslar karşı gelemedi ve Almanlar onların üzerinden silindir gibi geçti.

Bu yanlıştır. Almanlar sanıldığı gibi Rusları dümdüz etmemiştir çünkü dümdüz ettiğini söylemek için ordunun çok az kayıp vermesi gerekirdi. Oransal kayıp arasında uçurum olmalıydı yani. Buraya da geleceğim ama önce şu ‘Rusların savaşın ilk haftalarında yetersiz kaldığı” mitini çürütelim. Kış ayına kadar yapılan savaşlarda Rusların direnci Alman kurmay sınıfını bile şok edecek kadar güçlüdür. (Bundan sonraki kısımlar, belirttiğim yere kadar William Shirer’in Nazi İmparatorluğu kitabının 3. Cildinin “İşler Tersine Dönüyor” bölümünden derlenmiştir.) Alman General Blumentrit “Ruslar kuşatıldıkları zamanda bile dövüşüp direniyorlar” demiştir. Rus direnci daha önce karşılaşmadıkları kadar güçlüydü. Hitler bile ordusunun Ruslara karşı “çok ince kaldığını” söylüyor, “cephanelerinin derinliğinin olmadığını” itiraf ediyordu. Peki muhteşem Alman ordusu gerçekten kış ayına kadar Rusları silindir gibi ezip geçti mi? Bunu söylemek için Ruslardan ziyade Almanların verdiği kayıplara bakmak gerekiyor. Halder’in notlarında Alman ordusunun kışa kadar -yani ortada mağlubiyet için hiçbir bahanenin olmadığı dönemde- verdiği zayiat “hastalar hariç 743.112’dir. Yani 3.2 milyonluk ordunun %23’üdür.” 28 Şubat’a kadar toplam zayiat ise 1.005.636’dır yani “bütün kuvvetin %31’idir. Bunun 202.251’i ölü, 725,642’si yaralı, 46,511’i kayıptır. Rusya’da çarpışan Macar, Romen ve İtalyan askerleri buraya dâhil edilmemiştir.” (W. Shirer kitabından alıntı yaptığım yer şimdilik bu kadar).

Yani hiçbir bahanenin olmadığı dönemde Wermacht, kuvvetinin %23’ünü kaybetmiştir.

Kış öncesi yaşanan savaşta bahane aranmaması gerektiğini Guderian’ın bile dolaylı olarak kabul ettiğini görüyoruz. “Guderian, Blumentritt’in Alman haritalarının kusurları hakkında söylemiş olduklarını teyit edip, ayrıca bataklık bölgelerin çıkardığı güçlüklerden de söz ettiyse de, hava koşullarının taarruzun ilk haftalarında iyi olduğunun altını çizdi.” (K: Lidell Hart, age, s.306).

Burada savaşa bir ara verip doğru sanılan bir yanlışı ortaya koymam gerekecek. Çünkü bu da İkinci Dünya Savaşı’na dair hemen herkesin düştüğü bir yanılgıdır. Alman askeri teknolojisinin mükemmel olduğuna dair bir inanç vardır. Bu inanç dolayısıyla Doğu Seferinde Rusların insan gücü ve mevsim şartları ile savaşı kazandığını söylerler. Bu da yalandır. Ruslar sadece taktik, strateji anlamında değil askeri teknoloji konusunda da Almanları geride bırakmıştır. Yani “üstün Alman teknolojisi” beğenilmeyen ve ilkel görünen Komünistlerden sağlam bir dayak yemiştir. Olağanüstü Alman panzerleri hakkında General Blumentritt Alman tanklarının araziye uygun olmadığını söylemiş ve eklemiştir “bir yahut iki saatlik yağmur panzer güçlerini hareketsiz kılıyordu. Bu sıra dışı bir görüntüydü. Tank grupları güneş çıkıp da zemin kuruyana dek, hepsi çamura saplanmış yüzlerce kilometrelik bir şerit halinde uzanıyordu.” (K: Lidell Hart, age, s.306). Yakıp yıkan, herkesi ezen Alman panzerlerine karşı Rusların T-34 tankı ise düşman generallerini bile şaşırtmıştır. Komünistler meşhur Alman teknolojisine karşı daha iyisini yapmıştır yani. Bu da Nazi sempatizanlarınca pek kabul edilmez. Hitler’in Generalleri Konuşuyor kitabında Rusların Almanları teknoloji alanında yendiği cephede savaşan subaylar tarafından bile kabul edilmiştir: “Kleist Rus silahlarından daha spesifik bir şekilde söz ederek şöyle dedi: ‘Teçhizatları 1941 yılında bile çok iyiydi, özellikle de tankları. Topları ve de piyade silahlarının çoğu mükemmeldi – tüfekleri bizimkilerden daha moderndi ve atış hızları daha yüksekti. T-34 tankları dünyanın en iyisiydi.’ Manteuffel yaptığımız birkaç görüşmede Rus tank tasarımının temel niteliklerinin mükemmelliği ve özellikle de ‘tankların tırmanabilmelerine, çamurlu zeminde ilerlemelerine ve paletleri atmaksızın hendekleri geçebilmelerine olanak sağlayan güçlü ve geniş paletler’ aracılığıyla Rusların sahip olduğu avantajın altını çizdi.” (s.370). William Shirer de kitabının 3. Cildinde Guderian, Bluementritt, Sepp Dietrich’in T-34 tankını görünce “nasıl şaşırdıklarını” yazmaktadır. (s. 79). Yani üstün Alman ordusu teknolojik anlamda da “üstün” değildir.

Tekrar savaşa dönelim. Hitler’in orduların geri çekilmesine izin vermediği için Almanların çok kayıp verdiğini ve bunun da yenilgiye neden olduğunu savunanlar çoğunluktadır. Hemen herkes bunu savaşın kırılma anlarından birisi olarak görür. Ama bu da yenilgiye etki eden faktör değildir. Hatta bu kararı doğru bulanlar vardır ki bence de doğruydı. General von Tipelskrich bu seçimin Hitler’in tek başarısı olduğunu ileri sürmüştür:  “Hitler’in tek başarısı buydu… Geri çekilmeye başlasalardı panik halinde kaçacaklardı.” General Bluementritt de bu emrin doğru olduğunu ileri sürenler arasındadır. “… Hitler’in verdiği sert emir yerindeydi. Kar ve Buz içinde yapılacak herhangi bir geri çekilmenin birkaç gün içinde cephenin dağılması ve Grand Armee’nin başına gelen felaketin Wehrmacht’ın da başına gelmesiyle sonuçlanacağını Hitler içgüdüsüyle anlamıştı… Çekiliş açık arazide yapılamazdı. Şoseleri ve yolları kar kaplamıştı. Askerler birkaç gece sonra bunun imkânsız olduğunu görecekler ve oldukları yerde kendilerini ölüme terk edeceklerdi. Gerilerinde önceden hazırlanmış çekilecekleri mevziler olmadığı gibi tutunabilecekleri bir hat da yoktu.” (K. William Shirer – Nazi İmparatorluğu 3. Cilt, s.95) Buradan da anlaşıldığı üzere Hitler’in emri aslında büyük bir felaketi önlemiştir. Son olarak “general kışın” sanıldığı gibi savaşın seyrini değiştirmediği savaşın dönüm noktası olan Stalingrad Muharebesi’nin hangi aylarda yapıldığına bakılabilir. Ağustos ile Şubat arası yapılan bir savaşın kış şartları yüzünden kaybedildiğini savunmak ilginçtir. Çünkü muharebenin önemli kısmı havalar güzelken yapılmıştır. (K: Greatest Events of WWII in Colour Belgeseli, Stalingrad bölümü, sözün sahibi: Reina Pennington)

Son olarak Prusya geleneğinden yetişmiş asil, soylu ve harika Alman subaylarına değinelim. William Shirer’in kitabında söylediği gibi, Nazilerin yükselişinde ve savaşta yapılan katliamlara kadar Alman komuta kademesinde birkaç kişi dışında ses çıkaran olmamıştır. Hitler “Blomberg-Fritsch krizi” ile Prusya Askeri geleneği ile yetişen komutanlarından birini fahişe ile evlendiği diğerini ise eşcinsel olduğu yalanıyla tasfiye etmiştir. Prusya Ordu geleneğini küçük ve aciz düşüren bu durum karşısında “soylu ve saygın” Alman subayları aşağılamadan rahatsız olmasına rağmen, Hitler daha her şeye gücü yetecek kadar güçlenmemişken hiçbir şey yapmamıştır. Hitler’i durdurabilecek tek güç olan ordu subayları, diktatör güçlenirken ve bunu da kendi “kutsal geleneklerini” aşağılayarak yaparken seslerini çıkarmamışlardır. İlerleyen yıllarda da savaşta bebeklerin fırında yakılmasını, insanların açlıktan öldürülmesini, komiser emri ile işkenceler yapılmasını görmezden gelmeye çalışmışlar, suçu SS’e atıp kendilerini bundan kurtarmaya gayret etmişlerdir. Bir tanesinin çıkıp “böyle bir zulme ortak olamam” deyip Hitler’e karşı geldiği görülmemiştir. (bir kaç kişi hariç ki zaten onları yazdıklarımdan muaf tutuyorum). Bu insanlık suçuna tanık olmuşlar ama korkularından seslerini çıkaramamışlardır. Kısacası bir tane çavuş gelmiş, onları aşağılamış ve buna karşı bir şey yapmamışlardır. Evet, Prusya askeri geleneği ile yetişen “üstün” subaylar yapmışlardır bunu. Taktik ve strateji olarak Mainstein ve Guderian gibi çok büyük isimlere sahip oldukları elbette reddedilemez. Bu ikili gibi birkaç subay haricinde Hitler’e karşı durabilen olmamıştır. İstisnaların kaideyi bozmayacağını hatırlaralım.

Kısacası; Wehrmacht Nazi sempatizanlarının şişirdiği kadar kuvvetli değildi. Almanların “üstün” bir askeri teknolojisi de yoktu. Hitler’in doğu seferinde Almanlar yenilmemiş, Komünistler yenmiştir. Gerek taktik strateji, gerek teknoloji olarak Ruslar Almanları yok etmiştir. Üstün Alman subayları Komünist korkusundan Müttefik güçlerine teslim olmuşlardır. Alman orduları Doğu Seferinin kış ayına kadarki bölümünde yaşadığı başarısızlıklar nedeniyle umutsuzluğa kapılmışlardır. 13 Aralık’ta Halder güncesine: “Brauchitsch orduyu bugünkü berbat durumdan kurtarmak için hiçbir çare göremiyor” yazmıştır. (s.93) Yine kendisi “alman ordularının yenilmezliği efsanesinin son bulduğunu” belirtmiştir. (s.91). Guderian da “piyadenin savaş yeteneğinin sonuna geldiğini” itiraf etmiştir. (s.88). Shirer yine Guderian ve diğer generallerde umutsuzluğun başladığını yazmıştır. (s.85). Bütün bunların gösterdiği şey şudur: Almanlar daha ilk tökezlemede moral olarak dağılmışlardır. Böylesine üstün bir ordunun kurmaylarından beklenmeyecek bir hareket. Komünistlerin Nazileri teknoloji ve ilerleme konusunda da ezip geçtiğini Alman generalleri bile kabul etmiştir. Sonuç olarak Wehrmacht’ın “çok güçlü ve yenilmez” olduğu efsanesi yalandır. Kendisine karşı koyan ve aptalca bir taktiksel saçmalığa bulaşmamış ilk denk güce yenilmişlerdir. Daha öncesinden de İngiltere’ye aynısını denemişler, onda da başarısız olmuşlardır.

Bu yazı Wehrmacht’ın güçsüz olduğunu değil sanıldığı kadar güçlü olmadığını iddia etmektedir.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir