Stefan Zweig’in Kaleminden Sovyetler Birliği

Avrupa’nın yetiştirdiği en hümanist, en barışsever yazarlarından birisi olan Stefan Zweig 1928 yılında devrim sonrasında yeni yeni kendine gelmekte olan Sovyetler Birliği’ne ziyarette bulunmuş. Oraya gidip gelenlerin söyledikleri bir ön yargı oluştursa da bu daha sınıra gelir gelmez kaybolmuş. Bolşevik Devriminin ardından yaşanan değişimleri objektif bir şekilde kaleme almış, etkilendiği, tanık olduğu ilginç şeyleri yolculuklar defterine not almış. Onun aldığı notlardan benim dikkatimi çekenler ise şunlar oldu:

“Burada düşünsel şeyler bizde olduğundan daha başka gelişip şekilleniyor, değişik bir geçmişten bambaşka bir geleceğe hazırlanıyorlar. Toplumun düşünsel yapısını ilgilendiren en önemli konulardan her köşebaşında, her karşılaşmada, her sohbette mutlaka söz edildiği hemen dikkatinizi çekiyor…

Benden önce buralara gelmiş olanların kitaplarında söz ettikleri, tırnaklarına kadar silahlanmış, o öfkeli bakışlı Kızıl Muhafızları nereye bakarsam bakayım göremiyorum. İstasyonda duranlar zeki ve dost bakışlı, gülümseyen, üzerlerinde ışıldayan tabancalar veya başka silahlar taşımayan birkaç üniformalı….”

 

“Küçük bekleme salonundaki duvarlardan Lenin, Engels, Marx ve başka ünlü liderler size bakıyor. Evraklarınız dikkatle, çabucak ve nezaketle gözden geçiriliyor. Rus topraklarına daha ilk adımlarınızı atarken, buralara gelmeden önce okumuş olduğunuz bir çok gerçek dışı ve kendini beğenmiş yazıları hemen unutmanız gerektiğini hissediyorsunuz. Giriş yaptığınız bir ülkenin sınırındaki kontrollerde çoğu kez kaba, sert ve askeri disiplini andıran davranışlarla karşılaşırsınız. Fakat şimdi burada her şey bambaşka, Niegoroloy sınır kapısındaki izlenimlerimiz çok değişik…

Moskova’nın eski ile yeni iki kutsal yeri arasında sadece kırk adım var. İspanyol Meryem Ana heykeli ile Lenin Mozolesi birbirine o kadar yakın… Daha önceki yıllarda sayısı belirsiz insan grupları mum yakmak ve heykelin önünde diz çöküp birkaç dakikalığına da olsa dua etmek için akın akın buraya (Meryem Ana heykeline) gelirdi. Şimdi ise girişin hemen yanında yeni yöneticilerin astırmış olduğu tabelada şunlar yazıyor: ‘Din toplumların afyonudur.’ Halkın bu küçük tapınağı olduğu gibi kalmış. Şimdi ziyaretçisi az, taşlara diz çökmüş, eski inançlarından vazgeçmeyen, keramete inanan birkaç yaşlı kadından başkası görülmüyor burada. Gerçek kitle ise artık yeni kurulmuş tapınağa, Lenin mozolesine gidiyor akın akın. İnsanlar altılı yedili uzun, yılan gibi kıvrılan kuyruklarda bekleşiyorlar…”

17th April 1963: Queues in Moscow’s Red Square to see the Lenin Mausoleum. (Photo by V. Egorov/Central Press/Getty Images)

“Rusya’dan her yeni dönene sorarlar, acaba yeni zenginleri görmüş müdür, çıkarcıları, devrimden yararlanmış o kişileri? Belki benim şansım olmadı, o dediklerinin hiçbiriyle karşılaşmadım! Rus Devrimi’nden tek yararlanan, daha doğrusu benim dikkatimi çeken ülkenin müzeleri oldu. Zenginlerin, bütün prenslerin, aristokratların sahibi olduğu tüm değerli eşyalara el konulmuştu. Birçok saray, sayısız manastır, özel evler çok kısa sürede boşaltılmıştı. Bu mekanların en güzelleri müzeye dönüştürülmüş ve el konulan eşyaların içinde en değerli olanlar oralarda sergilenmeye başlamıştı. Böylece halkın yararlanacağı müzelerin sayısı bir anda ona katlanmıştı…”

“Buraya gelen yabancıları en çok şaşırtan bir başka gerçek de Fransız empresyonist ressamların yarattığı tabloların Paris’ten sonra artık en çok Moskova’da görülebilmesi. Bu da tanınmış koleksiyoncular Morosov ve Şutkin’in sahibi olduğu değerli eserlere el konulmasından sonra mümkün olmuştu… Avrupa resim sanatının sayısız temsilcisi vardı. Moskova’daki kırk belki de elli müze şimdi ağzına kadar değişik sanat eseriyle tıka basa dolu.”

“Marksist idealin en olumlu yanlarından biri de sanırım sanata yaptığı etkidir. Ne olsa her şey herkesin malıdır! Hiç tanımadıkları bir hazinenin üst sınıfın elinden alınıp toplumun yararına sunulması ve sergilenmesiyle insanlar bir zamanlar dine beslemiş oldukları saygıyı şimdi müzelere sergilemeye başlamıştır. Daha bundan on yıl önce müze nedir bilmeyen askerler, köylüler ve her sınıftan insan artık büyük gruplarla sanat eserleri dolu salonları huşu içinde geziyor…”

“Bu insanlar inanılmayacak yoksulluklar yaşadılar, hep dışlandılar, çok eziyet çektiler. Şimdi kısıtlı bir yaşam sürdürseler, kimi şeylerden hala yoksun olsalar da hüzünden başka hiçbir şey tanımamış, yaşamı hep ıstıraplarla dolu geçmiş olan bu halk sınıf atladığı için kendini artık güçlü hissediyor.”

“Potemkin Zırhlısı filmin ünlü rejisörü Eisenstein’ı da ziyaret ettim. Yarattıkalrıyla Rus sanatçıların nasıl yetenekli olduğunu çok daha iyi kanıtlamış olan bu usta insan çok odalı bir katta kendisine verilen tek odada çalışmak zorundaydı… Onu üç aylığına Hollywood’a davet ediyorlardı, karşılığında otuz bin dolar vereceklerdi. Fakat Rusya’nın sanatçılarını parayla kandırmak mümkün değil. Onlar buradaki görevlerini bırakıp gitmiyor. Gitmiş olanlar da her şeyi göze alıp Rusya’ya geri dönüyor… Onlar şu inancı taşıyor. Şimdi aydınlığa kavuşması gereken Rusya’nın iyi üniversitelere, iyi okullara ve zengin müzelere, halka doğrudan hitap eden değişik sanat dallarına ihtiyaç var…”

“Bu topraklarda yaşayan yetenekli ve akıllı toplumun insanları yüzlerce yıl çarlar ve ona hoş görünmek isteyen kilise tarafından baskı altında tutulmuş, boğulmuş, her türlü eğitimden yoksun kalmış… Fakat şimdi hayran olunacak bir coşkuyla canlanıp ateşlenen bu ulus Sovyetler Birliği adı altında bir araya gelmiş bütün toplumlar, şimdi yaratılan okuma-yazma olanağından yararlanmaya cahillikten kurtulmaya karar verdiler. Bir anda her yerde Kafkasya’da, Gürcistan’da, Türkistan’da ve Sibirya’da üniversiteler kuruldu. Gazeteler, dergiler çıkmaya başladı. Artık eğitim kuruluşları en küçük köye kadar uzanıyor, halkın kendi çıkardığı, redaksiyonunu kendi yaptığı köy gazeteleri çıkarıyor.”

“Sovyetlerdeki yeni tiyatro seyircisi bizde yok. Tiyatrolar her akşam ağzına kadar dolu. Tek koltuk boş kalmıyor…. İzleyici dünyanın hiçbir sahnesinde baleden burada olduğu kadar büyülenmiyor, zevk almıyor, böylesine yoğun biçimde düşlere dalmıyor.”

“Biz hepimiz bu güne dek bilinçli ya da bilinçsiz Rusya’ya haksızlık yaptık ve yapmayı da sürdürüyoruz. Dün insanlar çarlık rejimine  önyargıyla bakarken bugün Bolşevikliğe karşı çıkıyorlar. Bizler Rus toplumunun yaratıcılığını uzun süre önemsemedik, başımızı çevirip o ülkeye bakmadık. Bence bu dünyanın en olağanüstü yetenekli ve ilginç topluluklarından birisi.”

Stefan Zweig – Yolculuklar (Everest Yayınları) sf: 221-259

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir