Sovyetler Birliği’nin Milli Sorunu: Alkol

Alkol bağımlılığı 20. Yüzyılda tüm dünyada ciddi bir sorun haline geldi. Çağlar boyunca tüm insanlığın ‘dostu’ olmuş, en baskıcı rejimlerde, en zor şartlarda bile insanlar alkole ulaşmanın bir yolunu bulmuş. Bu yılların geleneği modern zamanlarda sorun teşkil etmeye başladı. Çünkü hızlanan sanayileşme ile çalışma verimliliği ülkelerin birinci meselesi haline geldi. Bu da alkolle mücadeleyi bir üst noktaya taşıdı. 20. Yüzyılda alkole karşı verilen mücadeleler ön plana çıkmaktadır ki bu konuda akla ilk olarak ABD’deki alkol yasağı gelir. Söz konusu içki olunca Rusya’ya değinmeden olmaz. Ezelden beri alkolü en büyük sırdaşı olarak belirlemiş bu coğrafyada alkol çok ciddi bir sorun teşkil etmekteydi. Hatta bu konu Sovyet Devrimi ile birlikte ‘milli mesele’ halini almış, alkol bağımlılığı ile mücadelenin dozu arttırılmış. Sonucunda da incelenmeye değer, farklı bir tarih konusu ortaya çıkmış.

Alkol bağımlılığı Rus coğrafyasında ezelden beri var, her Rus klasiğinde karşımıza çıkan o alkolik karakterde bunu doğruluyor. Birinci Dünya Savaşı’nda orduların dinç kalabilmesi için alkol yasağı getirilmiş, bu da hayli tepkiye neden olmuştu. Sovyet Devrimi ile birlikte hükümet değişti ancak alkol yasağı bir süre daha devam ettirilmek istendi. Nedeni belliydi, işçilerle köylülerin kolektif üretim için dinç olmaları gerekmekteydi. Sovyet hükümeti ilk yıllarında bu yasakların işe yarayacağını düşündü ancak hiç beklemedikleri bir durumla karşılaştılar. Savaşın ardından yaşanan kıtlıkla beraber ülkede çok ciddi tarımsal ürün tedariki sorunu yaşanmaya başladı. Ülkede tohum krizi baş göstermişti. Hükümet kıtlığı önlemek adına bir dizi girişimlerde bulunsa da problemi çözemedi. Bunun en önemli nedeni Rus köylüsünün tohumu devlete vermek yerine “samagon” adı verilen ev yapımı votka yapımında kullanması, bu içkilerin satışından daha çok gelir elde etmesiydi. Bu iki büyük sorun doğurdu, birincisi ülkede kıtlık derinleşti, ikincisi Rus köyleri kanunsuz zenginleşen insanlarla doldu.

Alkolle etkin mücadele bir süre daha devam etti ancak Lenin ekonomik sorunlar nedeniyle bazı konularda iplerin gevşetilmesi gerektiği sonucuna vardı. Alkol ülkenin çok ciddi bir gelir kaynağıydı. Buna ek olarak alkolün yasallaşması köylünün elindeki tohumu daha zaruri konularda değerlendirmesi demekti. 1921 yılında Alkol Tekeli yeniden kuruldu.

1921 yılında hafif şarapların, 1922 yılında biranın satışı yasallaştı. 1923 yılında %20’den az alkollü içeceklerin satışına onay verildi. 1925 yılında ise %40’tan daha az alkol içeren içeceklerin üretimi ile tüketimi yasallaştı. Bu ek gelir kalemi ekonomiyi biraz olsun rahatlatsa da Sovyet Hükümeti alkolle mücadeleyi sürdürdü. İlerleyen yıllarda Sovyetler Birliği spor konusunda bir ülke seferberliği ilan etti. Her sabah fabrikalarda işçiler on dakika egzersiz yapıyordu. Radyolarda gün başlangıcında onar dakikalık egzersiz programları yayınlanmaktaydı.

(Sovyetler Birliği’nde spor seferberliği hakkında daha fazla bilgi almak için şu yazıma bakabilirsiniz: https://l24.im/pZE1gS )

İlerleyen yıllarda “Alkol rehablitasyon merkezleri” ve “ayılma merkezleri” kuruldu. Alkolü fazla kaçıran insanlar ayılma merkezlerine götürülüyor, burada söylenenleri yapmadığı takdirde soğuk suyla yıkanıyordu. Alkol rehabilitasyon merkezleri ise bir hapishane gibiydi. ‘Mahkûmlar’ merkezde tutuluyor böylece alkole ulaşımı engelleniyordu. Alkole dair reklamlar yasaklanmış, bu konuda haber değeri taşıyan hiçbir şey iletişim kanallarına yansıtılmamıştı. Alkole yayın yasağı getirilmiş sanki böyle bir şey Rus topraklarında hiç yokmuş gibi davranılmaya başlanmıştı. Buna karşılık olarak alkol tüketimi muazzam oranlarda artmaktaydı. 1955-1979 yılları arasında Sovyet ailesinin alkol harcaması maaşının %20’sini oluşturmaktaydı. Bu yıllar arasında kişi başına düşen alkol tüketim oranı 15 litreyi bulmaktaydı.

Bu konuda en değişik detaylardan birisi Sovyetler’in alkol karşıtı propagandasıdır. Alkolün zararları hakkında çıkarılan bazı afişlerde alkolün din kadar zararlı olduğu aktarılmış, din adamlarının hatta İsa’nın ‘alkollü kafaları’ zehirlediğine vurgu yapılmıştır. Dinin alkol ile aynı amaca hizmet ettiğini vurgulamak daha önce eşi benzeri olmayan bir bakış açısıydı.

Sovyetler Birliği’nde çok ciddi mesele olan alkol kullanımına farklı açıdan bakanlar da var. Alkolün İkinci Dünya Savaşı’ndaki başarılara neden olup olmadığı ile ilgili ciddi tartışmalar yürütülmüştür. 1940 yılında askerlere ve komutanlara 100 gram votka verilmekteydi. 1941’de düşmanla doğrudan temas halinde olan askerlere 100 gram, geri planda kalanlara 50 gram votka dağıtılmaktaydı. Savaşın tanıkları alkolün orduya fayda sağladığı konusunda hemfikirler. Savaşan askerlerden Alexander Grinko’nun anlattığına göre taarruz başlamadan hemen önce bir asker elinde kazanla tek tek dolaşmakta isteyen askerlerin bardağına votka dökmekteydi. Savaşta görev yapmış teğmen Ilchenko, votka olmadan askerlerin o soğuğa dayanmasının imkânsız olduğunu söylemiş. Açık alanda çıplak geçirilen günlerde alkolün askerleri hayatta tutmak konusunda kilit bir rol oynadığını belirtmiş. Alkol herkese zorunlu değildi, isteyen tüketmekteydi. Votka içmeyenler kendi haklarını başkalarının yemekleriyle takas ettiklerini, savaş sırasında alkolün altından daha değerli olduğunu söylüyorlar.

Alkolün savaştaki etkisi iyi olsa da savaş sonrasında pek çok asker her gün içme alışkanlığından kurtulamamış. Savaştan yıllar sonra bile o günlerin alışkanlığı ile her gün votka içenlerin sayısı hayli fazlaymış.

Netice itibariyle Sovyetler Birliği alkole karşı gösterdiği mücadelede kararlı olsa da Rus topraklarının dostunu halkın hafızasından pek silememiş. 21. Yüzyılda ise –insanların daha bilinçli olmasından dolayı- bu konuda olumlu sonuçlar alınmış. 2003’ten bu yana Rusya’da alkol tüketimi %40 oranında azalmış.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir