Roma İmparatorluğu’nun ‘Afyonu’ Stoa Felsefesi

Stoacılık özellikle Roma İmparatorluğu’nda hatırı sayılı yer edinmiş, bugün hala güncelliğini koruyan felsefi bir akım. Roma zamanından bugünlere kadar tazeliğini koruması yazının bir diğer amacıdır, asıl hedef ise bu felsefenin imparatorluktaki afyon etkisini anlatmaktır. Bu olay toplumsal tarihin yıllar boyu hiç değişmeyen bir özelliğine vurgu yaptığı için de ayrıca kıymetlidir.

Halkın siyaset arenasına katılımı yüzyıllarca sorun teşkil etmiş, ayaklanmalardan, devrimlere pek çok olayın nedeni olmuştur. Yönetim kademesinde bulunan hâkim sınıf –imparator, kilise, burjuvazi vb.- sıradan halkın bu öfkesini dindirmek adına çeşitli şeyler öne sürmüş, onların da yönetimde pay sahibi olduğunu göstermek istemiştir. Roma İmparatorluğu’nda ise farklı bir durum yaşanmıştır bu konuda; yönetim arenasından koparılan halka teselli verme işi felsefe ile sağlanmaya çalışılmıştır. Bu felsefe stoacılıktır. Temel dinamikleri sonraki yıllarda dinlerin de genel çerçevesini oluşturmuş neticede halkın “afyonu” yıllar içinde evrim geçirerek bugünlere gelmiştir.

Roma Cumhuriyet ile yönetiliyorken Julius Caesar ile imparatorluğa dönüşmüştür. Cumhuriyet döneminde halkın yönetimde belirgin biçimde söz sahibi olduğu düşünülmesin. Yönetim bir grup aristokratın elindeydi. İmparatorluğa geçiş bu hâkimiyeti daha keskin sınırlar içine aldı sadece. O dönemin ileri gelenleri Cumhuriyete karşıydılar, imparatorun yetkesine inanmaktaydılar, senatonun yardımcı grup oluşturduğu tekli imparatorluk yönetiminin en iyisi olduğuna inanmaktaydılar. Ancak Roma’yı bu konuda özgün noktaya taşıyan önemli bir detay vardı. Halk hiçbir zaman yönetimde belirgin bir söz sahibi olamadı ancak yine de Cumhuriyetin ne olduğunu uzun yıllar tecrübe etmişlerdi. Halk meclisleri aracılığı ile en azından talepleri iletme fırsatına sahiptiler. Cumhuriyetten imparatorluğa geçişle beraber yaşanan boşluk, halkın Cumhuriyeti daha önce tecrübe etmesi, dolayısıyla yönetimde söz sahibi olmadığı bu yeni sistemden huzursuz olmasıydı. En önemlisi de artan köle nüfusuydu, sayı arttıkça bu huzursuzluk yükselmekteydi. Bu noktada imparatorlukların uzun yıllar dini kullanarak yaptığı oyalama stratejisinin Roma’daki karşılığı Stoa felsefesi oldu.

Stoa felsefesinden kısaca bahsedelim. Stoa insanın mutluluğunu birinci amaç olarak belirler, bunun yolu da insanların dış etkilerden arınmasıdır. “Bir olayın canımızı sıkmasının nedeni onu nasıl ele aldığımızdır” anlayışını belirler. Bu nedenle dışardaki olaylar ne kadar kötü olursa olsun insanın mutluluğunu etkilemez. Kişiler gerçek saadeti içinde taşır, bunu idrak edebilirlerse en karanlık günlerde bile mutlu olmasını bilecektik. Özgürlük de insanın içinde taşıdığı bir cevherdir. Niceleri “para, iktidar, şöhret” hırsıyla kendi özgürlüklerini başkalarına teslim etmektedir. Bu insanlar “nüfuzlu” bir yere gelseler de “gücü elinde bulundursalar” da gerçekten özgür değildirler. Asıl özgürlük insanın “kendini keşfedebilmesidir.” Bir insanın “köle” olup olmadığı “dünyaya nasıl baktığı” ile ilgilidir. Yaşamın gerçek özünü kavrayan, yani mutluluk ile özgürlüğün insanın erdemine bağlı olarak gerçekleştiğini kavrayan insan, “pranga vurulmuş köle olsa dahi” gerçek dünyada özgürdür. İnsan erdeminden bağımsız elde edilen özgürlük gerçek dünyada köleliktir. Stoa felsefesinin en önemli detaylarından birisi doğa yasalarına göre yaşamanın erdemidir. İnsanın mutluluğu doğa yasasına göre yaşamaktır. Bu bir “adalet” sorunu doğurmaktadır, bilinmesi gereken bir ayrıntıdır. Adalet Antik Yunan’da insanların “doğa tarafından kendilerine bahşedilmiş toplumsal statüye göre hareket etmesi” anlamına gelmekteydi. Yani bir insan köleyse onun köle gibi davranması adalettir. Roma düşüncesinde de adalet aynı tanımı korumaktadır. Dünyada adaletin sağlanması gerekmektedir, toprak sahiplerinin kazançlarını arttırması uğruna girilen savaşlar bu düşünce ile servis edilir. Roma İmparatorluğu Tanrının dünyaya mirasıysa her yere adaleti götürmeli, “tutsak halkları” kurtarmalı, onları “adalet” ile tanıştırmalıdır.

Netice itibariyle stoa adaleti, erdemi, mutluluğu, özgürlüğü insanın iç dünyasına sıkıştırır. Bu Roma’nın ileri gelenlerince benimsenir, Stoa felsefesi imparatorluk döneminde neredeyse resmi düşünce sistemi haline gelir. Yönetimde söz sahibi olamamış halk kitleleri için Stoa felsefesi uyuşturucu görevi görmektedir. Dış dünya insanın mutluluğu ile özgürlüğü için hiçbir anlam ifade etmiyorsa, her şey insanın içindeyse, o zaman toplumsal statünün önemi var mıdır? En zor şartlardaki köle özgür olabildiği gibi en zengin birey aslında köle gibi yaşayabilmektedir. Neye göre, doğa yasalarına göre.

                                                         Seneca

Bu dönemin en önemli filozoflarından Seneca’nın aktardığı düşünceler ile hayatı arasındaki çelişki Stoa felsefesinin o dönemdeki çarpıklığı gidermek için parlatıldığına örnektir.

“Çeşitli yazılarında özellikle ahlak mektuplarında özel mülkiyeti, sosyo-ekonomik eşitsizlikleri eleştirmesine, insan ırkının kardeşliğini savunmasına ve yalın yaşamı yüceltmesine karşın kendi yaşamında bu ilkeleri kesinlikle gözetmeyip, şöhrete, iktidara, lükse, servete düşkünlük göstermiştir. 49 yılında Neron’u eğitmekle görevlendirilmiş ve 13 yıl boyunca debdebeli bir saray yaşamı sürmüştür.” (M.A.Ağaoğulları- İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.70)

Seneca Stoa felsefesinin ana ilkesinin doğru olduğunu kabul eder. İnsan için en doğru olanı doğa yasalarına uygun yaşamaktır. Ancak bunun bozulduğunu, bir daha eski düzenin tahsis edilemeyeceğini de kabul eder. İnsanoğlu doğa yasalarına uygun yaşadığı zamanlarda özel mülkiyet ile kölelik yoktu. Ancak bugün doğa yasaları bozulmuştur, o yeniden tahsis edilemeyeceğine göre yapılması gereken “mevcut şartlar içinde” doğru yolu bulmaktır. Seneca Sokrates’e yapılanlardan ötürü demokrasiden nefret eder, doğa yasaları ile özgürlüğü savunmasına rağmen imparatorluğa karşı çıkmaz.

Seneca’nın öne sürdüğü felsefenin çelişki barındıran en önemli noktası halkın siyasi arenaya katılıp katılmadığına dair öne sürdüğü fikirleridir.

“Sarayda yaşadığı dönemde kaleme aldığı Ruhsal Dinginlik Üstüne adlı yapıtında görev kavramı üzerinde durup bilgenin devlet işlerinden uzak durmamasını savunur… Saraydan ayrıldıktan sonra kaleme aldığı Kamu İşlerinden Uzak Durma adlı yapıtında farklı bir görüşe yer verir. Ona göre bilgelerin toplumsal ve siyasal yaşamdan uzak durarak bilgelik ve felsefeyle uğraşıp bu yolla insanlara yararlı olmaya çalışmaları gerekmektedir.” (s. 71)

Seneca’nın kölelik kurumuna karşı olmaktansa bunu kabul etmesi, efendilerden kölelere iyi davranmasını istemesi felsefenin çelişki barındıran bir başka tarafıdır. Buna karşın İmparatorlukta kölelerin sayısının gittikçe arttığını gören, bunun tehlikesini sezen Seneca durumu şöyle açıklamaktadır: “Bir gün senato kölelerin giysilerinin özgür insanlarınkinden farklı olacağını kararlaştırdı. Daha sonra kölelerimizin bizi saymaya başlamalarının ne denli tehlikeli olacağı açıkça anlaşıldı.”

Kısacası Stoa felsefesi o dönemin en önemli figürlerinden olan Seneca ile ön plana çıkmıştır. Ancak daha detaylı araştırıldığında Stoa felsefesinin “ruh dinginliği, insanlığın erdemi, içsel mutluluk, zihinsel özgürlük” ile çok alakalı olmadığı, yönetimden uzaklaşan kitleye bir teselli sunmak amacıyla parlatıldığı görülmektedir. O dönemin en önemli Stoacısı olan Seneca’nın düşünceleriyle yaşamı arasındaki çelişkiler bunu da doğrulamaktadır.

İmparatorluk döneminde ısıtılarak servis edilen bu “afyon” sonraki yıllarda dinleri şekillendiren önemli bir kaynak olacaktır. Kilisenin, imparatorların, toprak sahiplerinin, burjuvanın hükümdarlığı “içsel mutluluk, gerçek özgürlük” ile meşrulaştırılacak, siyaset arenası hiçbir zaman halka söz hakkı verilen bir yer olmayacaktır. Günümüzde, kitle iletişim araçlarının sermaye sahiplerinin elinde olduğu, propaganda gücünün belli bir zümre tarafından tutulduğu bu dünyada halkın siyaset arenasında olduğu ne kadar doğrudur o başka bir yazının konusu.

Stoa felsefesinin bugün de güncelliğini koruduğu görülüyor. Seneca, Marcus Aurelius vb. filozofların kitapları okunuyor, sözleri her yerde paylaşılıyor. Bu özellikle gençlerin felsefeyi öğrenme isteğinden mi kaynaklanıyor yoksa içinde oldukları çaresizliğe bir teselli sağlamasından mı? Modern çağın yalnızlığı, aşırı bireyselliği ile ortaya çıkmış hiçliği Stoa felsefesinin popülerliğini de arttırıyor bana kalırsa. Dünyanın gidişatına yön veremeyen yalnız birey, bu durumu meşrulaştıran, her şeyi insanın içine hapseden mistik düşüncelere sarılma eğilimi gösteriyor. Toplumsal tarihin en bilindik dinamiği işte böyle sürekli tekrarlanıp duruyor. Roma İmparatorluğu yıkılalı yüzyıllar geçti ancak o günlerin sancısı hala devam ediyor.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir