16. Yüzyılda Avrupa Sosyal Tarihi: Kent Yaşamı, Adabımuaşeret, Cinsellik, Ekonomik Hayat, Fiyatlar

16. Yüzyıl dünya tarihini değiştiren en önemli dönemlerden birisi. Orta çağ geleneklerinin son bulmaya başladığı, kanlı, savaşlarla ve çatışmalarla dolu bu çağın sosyo-kültürel bir panoramasını yapmak istedim. Orta Çağ’ın sonlarında Avrupa’da kent yaşamı nasıldı, adabımuaşeret kuralları nelerdi, insanlar neler yer, aileler nasıl geçinirdi, fiyatlar ne kadardı?

Kentlerden başlayalım. Orta Çağ’da Floransa’nın resmedildiği bu tabloya bakanlar o dönemlerde kent yaşamını sempatik bulabilir. Ama o dönemin bambaşka gerçekleri vardı. Büyük surların, ihtişamlı kalelerin, harika yapıların arkasında bugün kimsenin tahammül dahi edemeyeceği bir sosyal hayat vardı. O günlerde kentlerde hayvan dışkılarının fazlalığı göze çarpar. Domuzların, atların, köpeklerin bütün pisliğini sokaklarda görmek mümkündü. Bir yol önemli bir yere varıyorsa, ticaret için mühimse değerliydi. Bu nedenle ihtiyacı karşılayan yollara özen gösterildi. Diğer yollar kaderine terk edildiği için şehirler çamurdan geçilmiyordu. Şiddetli yağmurun hayatı felç ettiğini söylemek de gerekir. Dar, yoğun dışkı kokusuyla bezeli bu yollarda yürümek zaten meseleydi. İşin güvenlik kısmı düşünüldüğünde iş daha da iç karartıcı bir hale geliyor. Çünkü o dönem şiddetin normal karşılandığı, ölümün sıradan insanlara bile bir nefes kadar yakın olduğu bir dönemdi.

Vahşet o dönemin anahtar kelimelerinden biriydi. Bir kişinin kendisine “yanlış yapan” bir diğerini öldürmesi son derece normal karşılanıyordu. Kılıçların ve hançerlerin sosyal hayatın merkezinde olduğu bu zaman diliminde cinayet çoğu insan için bir gurur vesikasıydı. Cinayeti işleyen yüksek sınıf mensubu insanlar çoğu zaman rüşvetle işten sıyrılırdı. Dahası cinayeti işleyenlerin pek çoğu “şövalye ruhuyla” bundan övgüyle bahsederdi. 1497 yılında bir tanık İtalya’nın Tiber Nehri’nde yüzen yüzden fazla cesetten söz eder. Buradan anlaşıldığı üzere öldürmek ve cesetleri “yok etmek” o çağda hayli normal karşılanıyordu. Koşulları cehenneme çeviren bir diğer faktör de Haydutlardı. 1585 yılında Papalık devletlerinde 27.000 haydut vardı. Hemen her kentte hatırı sayılı bir soyguncu sınıfın olduğu biliniyor. Bu soyguncular sınıfı kapitalizmin yükselişiyle beraber ilerleyen dönemlerde daha da artacak, güvenlik çok ciddi ulusal bir sorun haline gelecekti.

O dönemin kentlerinde eğlenceli sayılabilecek detaylar da vardı. Bunlardan birisi panayırdı. Bugün sokakta gezerken yüzden fazla dükkân görüyoruz ama o günlerde böyle bir kavram yoktu. Önemli kentlerde bazı günler panayırlar düzenlenirdi. Tüccarlar günler öncesinden panayırın yapılacağı kente gelir, stantlarını kurmaya başlarlardı. Çeşitli bölgelerden gelen değerli eşyaların satıldığı bu panayırlar halkın en büyük eğlencelerinden birisiydi. Doğunun değerli eşyaları burada sergilenirdi. Yine o dönemin şehirlerinde ortaya çıkan detaylardan biri de hanlardı. Ulaşım zor olduğu için şehirlerde tüccarlara ve seyyahlara çok sık rastlanırdı. Üniversiteden üniversiteye giden öğrenciler, hac yolculuğu yapan din adamları, tüccarlar, seyyahlar hep yolda olurlardı. Kentten kente giden bu insanlar o kadar fazlaydı ki o dönemin her bölgesinde hanlar inşa edildi. Yolcular bu evlerde çok kötü şartlarda kalırdı ama buna mecburlardı.

Evlerin içi güzel görünüyordu ama temizlik konusunda çok kötüydüler. Halıların altında biriken tozlar alınmazdı. Bugüne nazaran çok az pencereye sahip olan bu evler basık bir havaya sahiplerdi. İnsanlar haftada bir kez banyo yapıyordu. Özellikle kış aylarında sobanın etrafında kümelenen aile fertleri ısınıyordu ısınmasına ama rutubet hissedilir ölçülere geliyordu. Pisliğin ve nemin sonucu olarak pireler, bitler türüyordu. Pireler öyle ciddi bir sorun teşkil ediyordu ki Orta Çağ’da yaşamış bir erkek karısına yazdığı mektupta bir kadının başlıca görevlerinden birinin evdeki pirelerle mücadele etmek olduğunu yazıyor, erkeğin yatağının pireden arındırılmasını mutlu evliliğin genel şartı olduğunu söylüyordu. Tozlu ev, çamurlu sokaklar, rutubetli ve pireli odalar…Yüksek sınıfın bu dertlerine bakıldığında toprağa bağlı köylülerin yaşadığı evi tahayyül edemiyor insan. Köylülerin yaşadığı ev bundan çok daha kötüydü. Karı ve kocanın yattığı yatağın hemen karşısında hayvanların kaldığı bir yer olurdu. Çocuklar anne babanın yanında yatardı. Sobanın ateşiyle ısınanlar sadece köylü ailesi değil hayvanlar olurdu. Hayvan dışkısı, pire, rutubet ve haftada bir kez banyo ritüelini düşündüğünüzde ortamdaki kokuyu hayal etmek çok zor olmuyor.

Kılık kıyafet konusunda abartılı bir noktaya erişilmişti. Ne kadar renkli giyinilirse o kadar güzel olduğu algısı vardı. O dönemin kıyafetleri büyük anlamlar taşıyordu. Kıyafetler bireylerin bağlı olduğu sınıfı temsil etmeliydi. Varlıklı bir insanın “düşük gelirliler” gibi giyinmesi hoş karşılanmaz, düşük gelirlilerin varlıklılar gibi giyinmesi yakışık almazdı. Sırf bu karışıklığı önlemek, insanların sınıflarına göre giyinmesini salık vermek amacıyla “Kılık kıyafette aşırılığın ıslahı” isminde kitap yazılmıştı.

Saat sabah beşte güne başlanır, kışın bu saat altıya yediye çıkardı. Kahvaltının ardından öğleye doğru içki saati olurdu. O dönemde alkol çok sık tüketilirdi ve neredeyse her öğüne eşlik ederdi. Düşük gelirli olanların tercihi genelde bira olurdu. Yüksek gelirli olanlar şarabı tercih ederdi. Tütün kullanımı günden güne artan muazzam bir grafiğe sahipti. İngiltere’de aşırı yaygınlaşan tütün soğuk algınlığına karşı kullanılıyordu.

O dönemde ailelerin kalabalık olduğunu görmek mümkün. Ailelerin ortalama dört çocuğu bulunmaktaydı. Sekiz, dokuz çocuğu olanlara normal gözle bakılırdı. Çocuklar büyüklerin yanında konuşmazdı. Çocuğa şiddetin normal olduğu bir dönemdi. Yaş algısı bugünden farklıydı. Kız çocukları on iki on üç yaşlarında evlendirilirdi. Erkek çocukları arasında da on bir yaşında evlenenler vardı. Erkek çocuğunun da kız çocuğunun da “olma yaşı” on beş olarak görülüyordu. Bu çağa kadar evlenmemiş ya da evlilik sözü alınmamış kız çocuklarının rahibe olmaları için kiliseye verilmesi çok yaygındı. İngiltere’de, On altı yaşında bir erkek çocuğunun üç tane evladının olması şaşırılacak bir durum değildi çünkü o da eşi de on bir yaşında evlenmişlerdi.

Cinsellik konusunda o dönemin insanları bugünkülere nazaran daha mahir, amiyane tabirle daha “kabaydı”. Çok eşli evliliğin mümkün olup olmayacağı tartışılıyordu. Luther bakireliğin mümkün olamayacağını savunmaya kadar götürdü işi. Fahişelik muazzam bir iş gücüne sahipti ve bu ayıp bir meslek değildi. Gayrı meşru çocuk sayısı o kadar fazlaydı ki onlar miras hakkından muaf tutulmuyorlardı. Protestan devrimiyle birlikte şehirlerdeki genelevler kapatılmaya başlandıysa da sorun tam olarak çözülemedi. Roma’da 1566 yılında fahişelerin şehri terk etmeleri istendiğinde 25.000 kişi göç etmek zorunda kaldı. Roma’nın 1521 yılında 55.000 nüfusu olduğu tahmin ediliyor. Bu orandan fahişelerin ne denli büyük bir kitle olduğu görülebilir.

Gelir adaletsizliğinin muazzam seviyelere çıktığı 16. Yüzyıl Avrupası dilenciliğin korkunç yükselişine tanık olmuştu. Para bugünkü değerinde değildi. Bir çift ayakkabı 17 sente alınabiliyordu. Asker üniformasının toplam maliyeti 4.20 dolardı. 1580 yılında İngiltere bakkal fiyatları şöyleydi: 1 ton sıvı yağ 140 dolar, Gascon Şarabı kalitesine göre çeyreği (1/4 galon) 16 sent ile 26 sent arasında değişiyordu. 1 ton tuzun fiyatı 7.5 dolar, 50 kilo sabun 13 dolardı. O dönemde asıl pahalılık baharatlarda görülüyordu çünkü dünya onunla yeni tanışmıştı. 50 Kilogramlık karanfil ve küçük Hindistan cevizinin toplam fiyatı 224 dolar, 50 kilo tarçın 150 dolardı. Bu fiyatlar üzerinden gelir gider dağılımındaki uçurum daha net anlaşılacaktır. Fransız askerler savaş zamanında yıllık 28 dolar, barış zamanında 14 dolar alıyordu. Fransız saray mensuplarının geliri 5.000 dolar civarındaydı. Rahip bekarsa yılda 26 dolar evliyse yılda 78 dolar alıyordu. Fransa’da 1550 yılında bir kanal işçisi günde 8 sent alıyordu. Erkek hizmetçiye yıllık verilen para yatacak yer ve yemeğe dahil yılda 7–12 dolar arasındaydı. Almanya’da bu ücret çok daha düşüktü. İngiltere’de ödenen miktar günlük 3–7 sent arasında değişiyordu. Buna karşın Fransa’da bir mabeyincinin geliri yıllık 51.000 dolar civarıydı. O dönem ilaç yerine geçen kürler 3 ila 5 dolar arasında satışa sunulmuştu. Dönemin en zengini olan Fuggerlerin toplam serveti 32.000.000 dolar civarındaydı.

Yararlandığım Kaynaklar:

Eileen Power — Ortaçağ İnsanları

P. Smith — Rönesans ve Reform Çağı

Leo Huberman — Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir